Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin.
Vessalâtü vesselâmü âlâ seyyidina ve mürşidine Muhammedin ve alihî ve sahbihî ecmain.
Kelime-i Tevhid, "lisan ile ikrar, kalp ile tasdîk" olarak tanımlanır. Ehl-i sünnet kelamcıları bu hususu "İmanın esası kalbin tasdikinden ibarettir! Ayet ve hadislerde iman, dilin ikrarına değil kalbin tasdikine bağlanmıştır. Dil ile ikrar edilmesi o kişinin Müslüman olduğunun bilinmesi hukuki ve dünyevi işlerinin ona göre uygulanması içindir." şeklinde izah ederler.
Kelime-i Tevhid, "ikrarı vahdettir." Yani, yalnızca namaz, oruç gibi ibâdât alanında değil, bilakis ticaret, nikâh, komşuluk gibi muâmelât alanında tevhidin geçerli olmasıdır. Müminlere karşı diğergâm olmak, ihtiyaçları hususunda cömert olabilmek, tevhidin hayatımızdaki tezahürüdür. Kısaca, Halkın içerisinde Hâk ile olabilmektir. Bu hakikat, "Kesret âleminde vahdeti müşahede etmek" olarak tanımlanır. Bu makam Hak Dostlarının hâli olup bunun izahı da tasavvuftur. İçerisinde yaşadığımız dünyada, meşguliyetlerden tamamen soyutlanmanın mümkün olmadığı bir gerçektir. Bu kadar fazla kesretin içerisinde mârifet, her baktığımız şeyde Cenâb-ı Hakk'ın tecellilerini görebilmektir.
Şeriat ve tasavvuf, birbirinden farklı kavramlar değildir. Tasavvuf, şeriat temelleri üzerine bina edilir. Kişinin tasavvufta yol kat etmesi, şeriatın kurallarına azâmi ölçüde uymakla mümkündür.
Şeriat temelinin sağlamlığı ise takvaya gösterilen hassasiyettedir. Misal olarak, büyük mezhep imamı, Ebû Hanife Hz.leri bir dere kenarında elbisesine bulaşan az bir kiri gidermeye çalışırken, yanındakiler; "- Efendim sizin vermiş olduğunuz fetvada bu kir ibadete mâni değildir!" deyince Büyük İmam; "Dediğiniz benim fetvamdır, bu ise benim takvamdır!" buyurur.
Es'ad Erbilî Hz.lerine "- Biz bu yoldan nasıl istifade ederiz?" diye sorulduğunda verdiği şu cevap bu hususu izah mahiyetindedir; "Mürid, evrâd ve ezkârını tarif edildiği şekilde yerine getirmeli, perhizlere ve rabıtaya dikkat etmelidir."
Mahmûd Sami Ramazanoğlu Hz.lerinin;"- Siz hangi evradı okuyorsunuz ki, bu mertebedesiniz?" sorusuna verdiği cevap ise bu perhizleri ifade etmektedir;
Bizde sizin okuduğunuz evrâdı okumaktayız. Ancak perhizlere dikkat ederiz, perhiz ise Mevla'mızın şu ilahi emridir; "Peygamber size ne emretmiş ise onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin." (Haşr/7)
"Tasavvuf, Allah'a karşı muhabbet ve nefsanî arzuları terk davasıdır." Dikkat edilmesi gereken husus; "mânia ile muktezi bir araya geldiği zaman evvela mânia kaldırılır." mecelle kaidesidir. Şayet bir yol üzerinde o yolu geçip gitmeye engel olacak taş, diken, çakıl gibi şeyler varsa bunların üzerinden zorlanarak geçilmez, öncelikle engeller kaldırılır, sonra yola devam edilir. Cenâb-ı Hakka vasıl olma yolunda da öncelikle nefis, şeytan dünya gibi engeller kaldırılmalıdır.
Tasavvuf, zikr-i daim ve masivâyı kalpten kovmaktır. İnsanın manevi yönü ile birlikte beşeri vasıfları mevcuttur. Bu iki vasfın birlikte yürütülmesi elzemdir. Bu bağlamda zikr-i daim; kişinin dünyevi işlerinde, Mevla'nın rızasını kazanma adına niyetini halis hale getirmesidir.
Şuhûd, Cenâb-ı Hakk'ın kâinattaki tecellilerini görme anlamında tasavvufî terimdir. Nitekim ayet-i kerime de bu hakikate dikkat çekilmiştir.
"Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur. " (Hac/46)
Şuhûd, kalpteki nefsanî perdelerin tamamen kalkıp, kalp gözü ile görebilmesidir. İbâdat ve muâmelât hayatında şuhûd halinin yaşanması, bu perdelerin kalkmasına vesiledir.
Namazda şuhûd hâli haşyet, oruçta şuhûd hâli takva, sevgide ise dünyevi menfaatlerden sıyrılıp, Allah için sevebilmek ve bu aradaki farkı idrak edebilmektir.
Vel Hamdü Lillâhi Rabbil Âlemin.